ÇATI Haber Girişi : 13 Ağustos 2018 17:06

'Ben olsam, öldürürdüm onu.'

'Ben olsam, öldürürdüm onu.'
Bu bağımlılıktan hoşlanıyordu annem, dur durak bilmeden ilgimizi istiyordu. Ama evime döndüğüm zaman, bu son günlerin bütün üzüntüsü, bütün yılgısı omuzlarıma çöktü.
Klinikte, olup bitenler üzerine fazla düşünmeye vaktim yoktu. Annemin tükürmesine yardım etmeliydim, su içirmeliydim ona, yastıklarını ya da saçının örgüsünü düzeltmeliydim, bacağının yerini değiştirmeliydim, çiçeklerini sulamalı, penceresini açmalı, kapamalı, kendisine gazete okumalıydım, sorularına karşılık vermeliydim, siyah, ince bir kaytana asılı, göğsünün üzerinde duran saatini kurmalıydım. Bu bağımlılıktan hoşlanıyordu annem, dur durak bilmeden ilgimizi istiyordu. Ama evime döndüğüm zaman, bu son günlerin bütün üzüntüsü, bütün yılgısı omuzlarıma çöktü. Beni de bir kanser yiyip bitiriyordu: Pişmanlık acısı. 'Ameliyat ettirmeyin sakın.' Bense hiçbir şeyi önleyememiştim. Hastaların, uzun süre büyük acı çektiklerini gördüğüm zamanlar, yakınlarının durgunluğu karşısında sık sık öfkeye kapılmıştım: 'Ben olsam, öldürürdüm onu.'

Oysa ilk sınavda yelkenleri suya indirmiştim: Toplumsal ahlaka yenilmiş, kendi ahlakımı yadsımıştım. 'Hayır,' demişti bana Sartre, 'tekniğe yenildiniz: Başka türlü de olamazdı bu.' Gerçekten de öyle. Uzmanların tanısı, ilerisi için tahminleri, kararları karşısında güçsüz, çaresiz kalır insan, bir dişli çark düzenine kısılıp kalmıştır. Hasta, hekimlerin malı olmuştur: Alın onu ellerinden güveniyorsanız kendinize. Çarşamba günü bir tek seçim durumu vardı: Ya ameliyat yapılırdı, ya da eziyet çekmemesi için annem öldürülürdü. Kalbi sağlam, iyice canlandırılmış da olduğu için, kadın barsak tıkanmasına uzun süre dayanır, cehennem azabı çekerdi; hekimler, eziyet çekmemesi için öldürülmesini kabul etmezlerdi çünkü. Sabahın altısında orada bulunmuş olman gerekirdi ayrıca. Ama o zaman bile N.'ye 'Bırakın da kendiliğinden ölsün' demeye cesaret edecek miydim? 'İşkence etmeyin ona' diye yalvardığım zaman demek istediğim buydu; o ise, ödevlerini iyi bilen bir adamın büyüklenişiyle terslemişti beni. Bana: 'Onu, belki de yıllar sürecek bir yaşayıştan yoksun kılıyorsunuz' diyeceklerdi. Ben de bu dediklerine boyun eğmek zorundaydım. Böyle düşünüyordum ama bu düşünce düzeni içimi yatıştırıyordu. Gelecek, içime büyük bir korku salıyordu.

On beş yaşındayken Maurice Amcam mide kanserinden ölmüştü. Günlerce: 'Vurun beni. Tabancamı verin. Acıyın bana' diye acı acı haykırdığını anlatmışlardı bana. Doktor P. sözünde duracak mıydı? 'Acı çekmeyecek' demişti. Ölümle işkence arasında bir yarış başlamıştı. Sevdiğiniz bir insan size: 'Acı bana!' diye haykırmış, bu haykırışı boşa gitmişse, arkasından nasıl yaşayabilir, bu yaşayışı nasıl kabullenebilirsiniz? Buydu kafamdaki soru.

(Simone de Beauvoir, Sessiz Bir Ölüm, Çev.: Bilge Karasu, İmge Yayınevi 2009)


Edvard Munch, Sickroom'da Ölüm (1895)
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.