Ayşe Şafak Kanca şiirine genel bir bakış

 

"Sıradan konuşmaya karşı, 'örgütlü şiddeti' temsil eden bir yazı türüdür edebiyat." (Roman Jacobson, Sekiz Yazı)

 

Geçmişte öyle ya da böyle yolu şiirle kesişen insanların eğitim yoluyla elde ettiklerine inandıkları, çoğunlukla kendilerini ve başkalarını tekrar etmekten öteye geçmeyen son derece cüretkâr atılımlarla ortaya koydukları şiir görünümlü genel kirlilik, ne yazık ki bizi şiirin hakikatinden hızla uzaklaştırıyor.

 

Poetika denildiğinde, genelgeçer bir kabul olarak çoğunlukla biçim ve içerik yönünden şairin ayırt ediciliğinin; onu diğerlerinden ayıran, farklılaştıran özellikler anlaşıldığından, eleştirinin temelde şiirin var olma halini hedef aldığı, oluşturulan içsel özün neliğine dair bir kazı olduğu gerçeğinin gözden kaçırılarak kasıtlı olarak bulanıklaştırıldığı bu sularda, şairinden çıkıp okuyucusuna bırakılan bir yapıtın eleştirel alımlama süreciyle sınanması, eleştiriden rahatsız olan kitlenin itirazlarından kaynaklanan tüm zorluklara rağmen olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

 

 

Ayşe Şafak Kanca ilk kitabı Azalma Vakti'nde kendi köklerine doğru bir yolculuğa çıkarır okuyucuyu, kendi tarihine bakar, zamanın gerisinden seslenir; şimdi burada olmakla geçmişin, kaybolup yitip gidenin ardından duyduğu sarsıntıyı, ölümü hatırlatır. Güvenli alanlar kurar kendine. Şiirinin özgül ağırlığını kurmaya çabalarken, fiziksel sınırlılığı içinde nesnel olana dair arayışını sürdürür. Bu çaba yer yer bazı sözcük tekrarları ve anlam kaygısı ve çokseslilik nedeniyle yara alsa da genel olarak şiirlerinin duyusal varlığını çok fazla sakatlamaz.

 

 

Şiirde çokseslilikten anladığımız Necmiye Alpay’ın değinisiyle, toplumcu şiirin bireycilikten uzak, erdem olarak görülen şiiri halka yaklaştırarak kitlesel sesin amaçlandığı anlayıştan çok, şair olarak konuşan "ben" ile başkaları arasında kabul edilmiş belirgin sınırların yokluğudur.

 

Mavi, bahçe, kuytu, gölge, gövde, dolanık, dolaşık, misket, gökyüzü gibi sıklıkla kullandığı kelimeler şairin Haziran 2022 tarihinde çıkan Yanık Bal Kokusu'nda da göze çarpar.

 

 

İlk kitaba adını veren "Azalma Vakti" şiirinde Kanca, şöyle seslenir:

 

AZALMA VAKTİ

 

Bir rüya gölgesiydi ayın büyüsü

Esmer ateşiyle tutuşmuş rüzgârın

Gecenin sırrı gelip çatmış pencerede

Vaktiydi, yavaş yavaş

Azalmanın, suyun titreyen çemberinde.

Vaat kapısına baktı su bülbülü

Boş yere, göğün yüzü solgun

Hüsnüyusuf kokusu viran.

Ne bir heves ne de bir arzu

Eyvah, bitkin bahçede!

Nihayet uyku sessizliğini giydi zaman.

 

Anlatma/duyumsatma kaygısından çıkıp anlaşılıveren şiir korkutucu bir züppelik barındırır daima. Sezgisel, duyulur olanın zihnimizdeki boşlukları doldurma ihtimalinin yerini son derece bayağı bir şekilde öğretme işine bıraktığı bu indirgemeci dil bir yakınlaşma gayretinden çok, şairin başkalarıyla arasına koyduğu mesafenin silikleşmesine neden olur. Anlaşılmak için yazılanda değildir sihir, şiir anlamak adına girişilen gayretin içinde gizlenir. Çünkü ne kadar çabalarsanız çabalayın, iyi şiirle uzlaşamazsınız. Sahici olan da bu sonsuz çabanın kendisidir.

 

Ayşe Şafak Kanca, bu durumun yaratacağı sakıncaların farkında olduğunu bilerek aradaki sınırın silikleşmesine, ortadan kalkmasına izin vermez. Onun şiirinde anlamdan önce bizi vuran dalga, bütün duyuların iç içe geçtiği bir oluşun kıyılarımızı döven duyusal varlığıdır.

 

 

Kitabın hemen başında "O Ev" adını taşıyan şiirinde Kanca'nın "Azalma Vakti"yle bizi yüzleştirmek istediği şeyin ne olduğunu sezeriz:

 

Hava kararınca başlardı içimde ürkek bir sızı

Gözden düşerdi gün sıyrılıp kaçardı elimden pırıltı

Örgülerini çözerdi bulutlara yaslı pencereler

Kaç göz olurdu korku iki paska arası

Bilmezdim her gece nerede

Çırılçıplak saklanacak yıldızlar

Geçmiş kışların ölüsü

Nefessiz kalmış korkum

O yaşlı köy evi

Yanımdan koşarak geçen mavi çocukluğum

 

Gündelik, sıradan hayatlarımızın içinde hemen her gün hepimizin yaşadığı dönüp geriye bakma arzusu, bilinçdışının gölgeleri arasından çekip çıkarmaya çalıştığımız çocukluğumuz, derin bir alacakaranlık duygu bütünlüğümüzü parçalar.

 

Orhan Koçak'ın Yücel Göktürk'le yaptığı Turgut Uyar ve Başka Şeyler başlıklı Metis Diyaloglar kitabının bir yerinde, "(...) Yeni bir şeyin ortaya çıkması için artık kendisini de kaybetmesi gerekiyor. Bu programlı bir şey olabilir. Kendini kaybetmenin de yöntemleri vardır," der.

 

Ayşe Şafak Kanca'nın şiirlerinde yeni olana dair, genel olarak böyle bir çabanın varlığından söz etmek mümkündür.

 

HÜZÜN KENDİNDEN BAZI BAHARLAR

 

Yirmi birini geçtik mavi günlerin

Bahçemde kiraz çiçekleri.

Sürgünüm pır pır dalına

Erik çiçeğine, mor salkımına

Turuncu gün batımlarına.

Çamın tepesi iki gugukçuk

Ay ışığında gölgeler yasta.

Hüzün kendinden bazı baharlar

Ölüm mü kokar babasızlık nisanda?

Ah baba, senin de kaçıracağın bir bahar varmış.

 

 

Eleştiri, kimden gelirse gelsin, söylediği şeye çok da bakılmadan, daha en başından eleştiri sahibinin düşman arazide konumlandırıldığı ve çatışma riskinin son derece yüksek seyrettiği tehlikeli bir uğraştır. Sözkonusu şiir olduğunda neredeyse her Türk'ün bir şekilde uğraş alanı olarak sevilmez ne eleştiri, ne eleştirmen. Öyle ki kendini eleştiriden münezzeh gören bir kısım şair, yapılan her eleştiriyi kendine yapılmış sayar. Şiir eleştirisinin, şair eleştirisinin örtülü suç ortağı olarak görüldüğü böyle bir zamanda, gerçekçi eleştirel bir tutumdan söz etmek pek de mümkün değildir.

 

GÖĞÜNÜN KARASINDAN SUÂL ETTİ

 

Boşluk

Göz alabildiğine gökkara

Yakın gürültü, eli kulağında.

Zamanını bekleyen dalganın

İzini sürüyor esneyen sabah

Güvercin kuğurtuları arasında.

Sığırcık bebeği, ölmek için

Uyanmış pençe rengine

Ciyak ciyak günün...

“Neden yaşandı bir gün daha bugün

Yarın olmayacaksa?” dedi küçük kız

 

Gözleri keçe yeşili.

Bir dal büküldü boynu

Filizkırana...

 

Ses, işitsel imgelem ve görme duyusu. Ölümsüz tabiat, ölümlü insan. Yok olmamak için her şey. Yakıcı dünya duygusu ve sonunda varılan sefillik. Kaderi ve zamanı bilip anlamak için giriştiği sürekli bir meydan okumadır Kanca'nın şiiri.

 

 

Necmiye Alpay Edebi Şeyler'den çıkan Beklediler Gitmedik’te, gelinen noktaya dair şöyle bir saptamada bulunur:

"'Sunuş' kavramı, şiirin ve sanatın neliği bağlamında ilk adım ölçütü olarak tek kalmaya aday. (...) ...bugün bir nesnenin sanat yapıtı olma ihtimalini akla getirecek tek vazgeçilmez ilke, yaratıcısı tarafından öyle sunulmasıdır." (s. 13)

 

Alpay'a göre artık sanat yapıtı olma kriteri, şiir için de şairi tarafından öyle sunulmasından öteye bir başka şeyi gerektirmeyen bir süreçtir.

Onun "öyle sunulması"yla şiirde yeni olana dair bakmamız gereken, mevcut biçimlere uymayan, kendisinden öncekine benzemeyen, onu taklit etmeyen, devam ettirmeyen; farklı biçim ve duyusal varlığa sahip olup olmaması değildir artık.

 

Şairin şiiri öyle sunmuş olmasının yeter sebep olarak görüldüğü böyle bir kabulde:

"Sunulmak sanat yapıtı için 'gerekli şart' olmakla birlikte 'yeterli şart' olabilir mi? Yapıtın kabul görmesi için, yaratıcısı tarafından sunulduktan sonra bütün bir eleştirel alımlama sürecinden geçmesi gerekmiyor mu? (...) Sunulanın sanat olma iddiasını yerine getirip getirmediği, göreceği eleştirel karşılıkla belirleniyor," (s. 14) diyerek sürdürür sözlerini Alpay yine aynı kitapta.

 

 

Ayşe Şafak Kanca, şiirini öyle sunmakla kalmaz, devamlılık için yeniyi arar.

 

İkinci kitabı Yanık Bal Kokusu'ndan:

 

ISSIZLIĞA BENZİYORUZ

 

Uzaktan bakınca ıssızlığa benziyoruz

kendi gövdemize uzanmış

hayırsız bir ufukta

gece inip gün battıktan sonra

orda, telaşlı kıpırtılarında

köpekler ürüyor karanlıkta

"olmak ya da olmamak"

kalemler kırıla

mil çekiyorum gözlerime

aynı çizgide ilerlemişsen alnında

güzel yaş almışsın demektir bu

yas haddinden emekli bir tuhaf duygu

hiç kapanmayan yara üşüyor

ben hâlâ sürüyorum bu toprağı

menzilde birkaç güvercin, karabatak

kaldıysa da vur

belki buzlar eriyecek yaza

susmak, dünden kalan bir keskin bıçak

ağzımın kenarında şakıyan kuş şimdi

konuşmayalım artık

elleri soğumuş çocuklar

eski misketlerini kırıyorlar

 

"Öyle sunulan"la ilk karşılaşma önemlidir. Süreklilik, tekrar etmeyenle, öykünmeyenle mümkündür. Yeni olan kendini, varlığını ancak böyle duyurabilir. Bu noktada iyi şiiri anlamak için teorik bilgi her zaman yeterli olmayabilir. Çoğu zaman bunu sadece biliriz. Nasıl olduğuna dair açık, net ifadeler bulamasak da biliriz. Maruz kaldığımız bir çarpışma, öznel bir duyumdur. Tikel ve kendi içine doğrudur.

 

 

Sancılı bir müzik, çocukluğun benzersiz ritmi ve kopuş duygusu. Çağıldayan söz, soğuyan ve parçalanan dünya.

 

"(...) Her yazınsal ya da bilimsel hareket, her şeyden önce, üretilmiş olan yapıtın temeline dayanılarak değerlendirilmelidir, bildirgelerindeki parlak sözlere göre değil. (...)" (Roman Jakobson, Sekiz Yazı)

 

Dilin bir kıyısından öteki kıyısına, şiirin köpüren suları, bir parça kül ve uçurumun karanlıklarına dökülen sessizlik.

 

Ayşe Şafak Kanca, sıkı sıkıya sarıldığı bütün bir evreni şairce görme çabasını sürdürüyor.

 

OHANNES

 

Hesaba kitaba gelmiyor evren beyaz

çarşaflar kirli genişliyor

soğuk dokunuşlar radyasyonlu çat

diye kırılıyor aklımın ucu

mikrodalganın önünde "durmak tehlikeli ve yasak"

geri çekiyorum elimi ilerisi karadelik

 

(Ayşe Şafak Kanca, Azalma Vakti, Şiir, İstanbul: Hayal Yayınları 2020, 88 s.; Yanık Bal Kokusu, Şiir, İstanbul: Anima Yayınları 2022, 72 s.)

 

(Hürriyet Gösteri dergisi, 2023)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.