SİNEMA Haber Girişi : 21 Aralık 2018 22:40

İki ruhun ayrı bedendeki tek yolculuğu: 'In Your Eyes'

İki ruhun ayrı bedendeki tek yolculuğu: 'In Your Eyes'
Kolay olmayan "aşk", insanı değiştirmez mi sizce? Onun için çaba gösterecek kudreti ve inancı vermez mi? Tıpkı Rebecca da olduğu gibi. Hapisten çıkan Dylan olsa da, esas hapishanede olan Rebecca gibi.
Bana aşk nedir diye sorsalar, birbirinin içinde birbirine değmeden, birbirini tamamlayan ruhun konuştuğu dildir derim. Bu yüzden nasıl ki ruhun gireceği beden belliyse, aşkın gireceği ruh da bellidir. Her yaşanılan duyguya aşk denilir mi? Ruhunun diliyle konuşamıyorsa eğer...

Rebecca Porter ve Dylan Kershaw, iki ayrı uzak eyaletlerde yaşayan iki eş ruh. Her ikisi de çocukluklarından bu yana telepati yaparak birbirlerini tanımadan, birbirlerinin gözünden dünyalarını görüyorlar. Ayrı ayrı yaşadıkları birçok önemli anları, kendileri yaşamış gibi hissediyorlar. Rebecca, zengin ve tanınmış bir doktorla mutsuz evliliğini sürdürürken, Dylan işlediği bir suçtan dolayı hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilerek yaşamını sürdürmeye çalışır. Rebecca ve Dylan tesadüf eseri birbirleriyle telepatik bir şekilde iletişime geçerler. Önceleri neler olduğunu anlayamadıkları için varlıklarından korku duysalar da bir süre sonra aralarındaki diyalog arttıkça birbirlerinden etkilenmeye başlarlar. Her anları iletişim halinde geçer. Keyifli sohbetleri ve paylaşımlarıyla birbirlerinin hayatlarına dokunmaya başlarlar. Hatta birbirlerine dokunmaya... Rebecca ve Dylan'ın maceraları böylelikle başlarken, izleyiciyi sürüklediği yer, mesafelerin ne kadar da önemsiz ve yersiz bir bahane olduğu düşüncesi oluyor. Filmi izlerken Özdemir Asaf'ın bir şiiri aklıma geldi: "Aşk; görmekten çok özlemeyi sever,/ Dokunmaktan çok düşlemeyi../ Ve aşk öyle haindir ki;/ Nerde imkânsız varsa gider onu sever."

Ama imkânsız diye bir şey var mı dercesine film, ilerleyen dakikalarda bir umut ışığı ekmeye başlıyor. Rebecca ve Dylan'ın yaşadığı heyecan, izleyicinin kendinde hayata geçiyor âdeta. Daha derine inerseniz oldukça düşündürücü bir film. Hayatımıza giren her insanın bir amacı vardır: Ya bize bir yol gösterir, ya da bizi değiştirir. Genelde bu insanlar da, kendimize en yakın bulduğumuz insanlardır. Rebecca ve Dylan da olduğu gibi... Biri kendi kararlarını vermekten korkan ve istemediği hayatı yaşar, diğeri de istediği hayatı yaşamak için geçmişini bırakmak zorunda kalır.

Ama hayat her zaman değişmen için sana şans verir. Bu değişimin kolay olacağını kim söylemiş ki! Peki, kolay olmayan "aşk", insanı değiştirmez mi sizce? Onun için çaba gösterecek kudreti ve inancı vermez mi? Tıpkı Rebecca da olduğu gibi. Hapisten çıkan Dylan olsa da, esas hapishanede olan Rebecca gibi... Dylan onu özgürlüğü için cesaretlendirirken gözlerine yansıyan aşkı gördüğümde, Michael Stahl-David isimli oyuncuya hayran kaldım diyebilirim. Rebecca'nın da farkındalığının artmasıyla kendi hayatında bir tercih yapma cesaretini gösteren ruh halini gerçekmiş gibi yaşamasıyla bu filme Zoe Swicord Kazan'dan başka bir oyuncu olamazdı diye düşündüm. Oyuncuların sergilediği performans alkışlanacak değerdeydi.

Film benim için çok çok özel bir yerde yerini aldı. Hâlâ izlemediyseniz, alın elinize çayınızı ve patlamış mısırınızı... Mümkünse telefonları bir kenara bırakın ve bu filmin akışında kalın... İyi seyirler!

Yönetmen: Brin Hill
Ülke: ABD
Tür: Dram, Romantik
Oyuncular: Mark Feuerstein, Michael Stahl-David, Zoe Kazan

Jasmin


Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.