İhtiyar adamın bir günü [Öykü]

 

O gün ölüm gibi bir gündü: soğuk ve çekici...

Kızılımsı renkler kefene sararcasına bürümüştü bulutları ve soğuk hava, açık olan mahalle kahvehanesinin kapısından girip sobanın yaydığı sıcaklıkla kavga ediyordu sanki.

 

Ölü bir ruh taşıyan bedenimle kahvehaneye girdim.

Senfonik, ritmik adımlarla içeri girerken tuzlu gözyaşlarım yaralarıma damlıyordu.

 

Kahvehanenin en kalabalık köşesine doğru adımlarımı atmaya başladım. Bastonumu yere vura vura tok sesler çıkarıyordum, ancak kimse bu omuzları düşük adama dönüp bakmıyordu bile.

Ben ancak başkalarının yanından her seferinde bir hayalet gibi geçip gidiyor ve onların içinin ürpermesine neden oluyordum.

 

Kirli sandalyeyi elimle sildikten sonra usulca yerleştim. Ocakçının bile beni fark etmesi epey bir zaman aldı. Bir taze çay söyledim ve höpürdeterek içmeye başladım. Belki insanlar rahatsız olur da bakar diye umutla beklemeye başladım sağa sola bakınarak.

Birileri, "Doğru düzgün iç şunu be birader," desin diye çaresizlik içinde insanları izledim bir müddet.

Ancak kimse umursamamıştı.

Herkes kendi oyununa öyle bir dalmıştı ki benim çayı höpürdetmem onların bir el daha kazanma hırsının önüne geçemedi.

 

İçim sökülür gibi öksürmeye başladım. Belki bu hasta adama, "Neyin var," diye sorarlar da bir tane sıcak ıhlamur ısmarlarlardı.

Yine kimse tınmadı.

Anlaşılan bu yaşlı, kamburu çıkmış adam, ne yapsa dikkat çekemiyordu.

 

En sonunda içtiğim çayı üzerime döktüm; evet, sıcak çayı bilerek üstüme döktüm ve haykırarak ayağa fırladım ve okkalı bir küfür savurdum.

İnsanlar bir anda masalarından kalkarak şaşkın ve heyecanlı bakışlarla bana döndü.

Sonunda istediğim olmuştu, nihayet dikkatleri üzerimde toplamayı başarmıştım; fakat o heyecanlı bakışlar bana döner dönmez aynı hızla soluverdi. Herkes şapşal bir ifadeyle bakışlarını tekrar masalarına çevirdi.

Önlerine kapalı olarak bıraktıkları oyun kâğıtlarına dönen şapşal bakışlar bir anda yine o alevli ifadeye bürününce ben de şaşkına döndüm.

Demek ki bir oyun masası bile benden çok daha ilgi uyandırıcıydı.

 

Şaşkınlığıma bir de nefes darlığı eşlik etmeye başlamıştı şimdi.

Kahvehaneden dışarı çıktım, sokak lambasının altında nefes almaya çalıştım. Sokak lambası cılız ışığıyla sokağı aydınlatmaya çalışıyordu, fakat o kadar cılız bir ışıktı ki daha çok karanlıkta salınan, kendi çevresini bile aydınlatmaktan aciz minik bir mum ışığını andırıyordu.

 

O esnada siyah pardösülü ve fosforlu sarı çantasıyla bir kadın yanıma yaklaşıyordu. O kadar yaklaşmıştı ki parfümü genzimi yaktı âdeta.

Elinde ufak bir kâğıt parçası vardı, sokak tabelalarına bakınıyordu. Bir adres arıyor olmalıydı, belli ki bana soracaktı.

Derhal üstümü düzelttim ve bastonuma yaslanarak daha dik durmaya, hazır olduğumu göstermeye çalıştım. Nihayet bugün biri tarafından görünür olacaktım.

 

Dağınık topuzlu kadın yanıma iyice sokulur gibi oldu. Ancak o esnada bomboş caddede karşıdan bir adam çıkıverdi.

Kadın bakışlarını ona çevirdi, ardından beni süzüp burun kıvırarak adamın yanına gitti.

 

Görünüşümde bir şey mi var diye üstümü başımı kontrol ettim. Anormal bir şey yoktu, her halimle doğal bir görünüşe sahiptim.

Demek ki bir kere görünmez oldunuz mu hayat bir daha görünür kılmıyordu sizi.

 

Sanki rüzgâr içime çekmemi istemiyordu getirdiği kokuları. Beni yaşamaktan mahrum bırakıyordu.

Tanrım, hangi günahımın bedelini ödüyorum?

Söyleyin, veda sözleri fırlatıp atsam şu umursamaz hayatın yüzüne, o görür mü beni?

 

Neyse, biz işimize bakalım şimdi, dedim kendi kendime.

İki hafta önce yaptırdığım ikiye üçlük mermer mezarımın olduğu kabristana doğru yürüdüm.

Mezarımın başına oturdum zifiri karanlıkta. Mezar taşımı okşadım ellerimle, sabaha kadar sevdim, sevdim...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.